Dün Aşk-ı Memnunun o meşhur final sahnesinin 15. yılıydı. Evet, Bihter yine öldü. Biz yine ekran başındaydık. Sosyal medyada siyah beyaz fotoğraflar, “Bihter Ziyagil’i saygıyla anıyoruz” tarzı paylaşımlar, gözleri dolanlar. Peki ama neden?
Yıllar geçmiş, dizi biteli çok olmuş ama biz hâlâ oradayız. Yaprak Dökümü hâlâ bir akşam çayı dizisidir. Avrupa Yakası hâlâ en iyi kahkaha ilacıdır. Ezel’in “Dayı”sı hâlâ replikleriyle aramızdadır. Behzat Ç. bir dizi olmaktan çıkmış, bir kimlik haline gelmiştir. Ama neden dönüp dolaşıp hep bu dizilere geliyoruz?
Eski Dizilere Dönmenin Psikolojik Nedenleri
- Anlam Arayışı ve Güvenli Alan İhtiyacı
İnsan zihni belirsizliği sevmez. Yeni şeyler heyecan verici olabilir ama bir o kadar da yorucudur. Tanıdık diziler bize güvende hissettirir. Karakterleri biliyoruz. Ne yapacaklarını tahmin edebiliyoruz. Finalini bile ezbere biliyoruz ama yine de izliyoruz çünkü bu öngörülebilirlik bize konfor sağlıyor. Bu diziler içimize bir sıcaklık, geçmişe bir yolculuk, bugünden bir kaçıştır bazen…
- Nostalji: Geçmişin Psikolojik Gücü
Nostalji, sadece eskiye özlem değildir. Aynı zamanda bugünle baş etmenin bir yoludur. Geçmişteki bir diziyi izlemek, bizi o dönemde kim olduğumuza, nasıl hissettiğimize götürür. Mesela Avrupa Yakası izlediğinizde bir yandan gülerken bir yandan o dönemin “daha kolay, daha az karmaşık” zamanlarını hatırlarız. Belki de sınav haftalarından kaçarken izlediğimiz bölümlerdi onlar. Ya da üniversite yurdunda çayla izlenilen akşamlar…
- Ortak Hafıza ve Toplumsal Bağ
Bazı diziler artık bireysel deneyimin ötesine geçip kolektif bir hafızaya dönüşmüştür. Aşk-ı Memnu, bir diziden fazlasıdır. Bir dönem hepimiz o yasak aşkın seyircisiydik. Bir millet olarak Behlül’ü yargıladık. Firdevs Hanım’a sinir olduk. Ortak bir dram yaşadık. Her yıl aynı sahneleri aynı duygularla izlememizin nedeni biraz da budur: bu diziler artık bizden bir parçadır ve bizi birbirimize yaklaştırır.
- Bastıramadığımız, İfade Edemediğimiz Duyguların Dışavurumu
Dürüst olalım: Pek çoğumuz duygularımızı öyle kolay kolay dile getiremeyiz. “Kırıldım” demeyiz, susarız. “Yalnızım” demeyiz, kalabalıklarda kayboluruz. Ama ne zaman ki Behzat Ç. bir cinayet dosyasının ortasında “Ben zaten hep kaybediyorum lan!” der… Orada bir dururuz. Çünkü içten içe o cümle bizim de içimizden geçmiştir.
Yani dizileri tekrar tekrar izlememizin sebeplerinden biri de bu: Söyleyemediklerimizi, karakterler bizim yerimize söylüyor. Bir nevi duygularımıza tercüman oluyorlar.
- Eski Diziler, Şimdiki Hayata Karşı Sessiz Bir Direniş
Bugünün dizileri genellikle hızlı, parlak ve çabuk tüketilir halde. Karakter derinliği az, hikâyeler yüzeysel… Her şey biraz Instagram filtresi gibi, fazla kusursuz. Oysa eski diziler yavaştı. Karakterler zamanla gelişir, ilişkiler sindire sindire anlatılırdı.
Yaprak Dökümü mesela… Bir tek Ferhunde yüzünden kaç sezon çatışma oldu, değil mi? Ama gerçek hayat da öyle değil mi zaten? Bir insan gelir, bir aile dağılır. Bugün ekranlarda eksik olan bu “gerçeklik hissi”, bizi eskiye döndürüyor.
- Duygusal Döngülere Bağlanmak: “Yarım Kalan İşler Sendromu”
Psikolojide “Zeigarnik etkisi” diye bir kavram vardır: Tamamlanmamış işler, zihnimizde tamamlanmışlardan daha çok yer tutar.
Bihter’in hikâyesi, Ezel’in intikamı, Behzat’ın babasıyla yüzleşmesi… Bunların hepsi tam bitti mi? Hayır. Ya içimizde bir şey eksik kaldı, ya da biz o hikâyeyi kendimize göre tamamlamak istedik.
Bu dizilere geri dönmemizin bir nedeni de budur. Yarım kalan duygularımıza dönüyoruz.
Zihnimiz eksik parçaları tamamlamak ister. “Belki bu kez farklı hissederim, belki bu kez anlayabilirim” diyerek, o sahnelere yeniden gideriz.
Tıpkı geçmişte yarım kalmış bir aşkı düşünmek gibi. Bir daha, bir daha, bir daha…
Aşk-ı Memnu’yu, Yaprak Dökümü’nü, Ezel’i, Behzat Ç.’yi tekrar izlemek, sadece bir ekran alışkanlığı değil; duygularımıza, kimliğimize, geçmişimize ve en önemlisi birbirimize dokunmanın yollarından biri.
Son olarak söylemeliyim ki; Allah belanı versin Behlül.